Towards Elementalite: Celil’s Story

Elementaliteye Doğru : Celil'in Hikayesi

tiyatro

Üniversite yıllarımda tiyatroya adım attım — ama aklınıza sıradan bir kulüp gelmesin. İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü’nde, Akademi İstanbul mezunu bir yönetmenle birlikte, dünyayı yorumlamayı ve değiştirmeyi hedefleyen bir grup genç yıllarca sürecek olan bir yolculuğa çıktık.

Amacımız hiçbir zaman yalnızca oyun çıkarmak değildi. Kendini tanımak, bedenini keşfetmek, duygularınla yüzleşmek, dinlemek ve söylemek, alt metin okumak, bir karakteri çözümlemek, bir karakter yaratmak ve ilişkileri anlamak.

Sonra, tanıdığın kendinle, bedeninle, duygularınla gerçekten dinleyerek ve gerçekten söyleyerek; hem söylenenin hem de alt metninin farkında olarak, yarattığın karakterlerle ilişki kurmak… İşte tiyatro bizim için buydu.

Çocukluğumdan beri kalabalıkların içinde olsam da, bir süre sonra hep kitaplara döndüm. Çünkü kitapların dünyası —fantastik olsa bile— daha anlamlıydı. Karakterleri, gerçek hayattakilerden çok daha anlaşılırdı. Hayat hızlıydı; bazen anlamak ve yaşamak aynı anda mümkün olmuyordu.

Ama aslında kitaplardan önce, çocukluğumun en büyük dünyası oyunlardı. Saatlerce kendi başıma oyunlar kurar, hayali karakterler ve hikâyeler yaratırdım. Oyun, benim için yalnızca bir eğlence değil, dünyayı anlama ve kendimi ifade etme biçimiydi. Yıllar sonra tiyatroya adım attığımda, çocukken kurduğum bu oyunların daha bilinçli, daha derin bir biçimini bulduğumu fark ettim. Tiyatro, oyunun yetişkin dünyasındaki devamıydı.

Tiyatro, bu iki dünya arasında köprü oldu benim için. Oyunculuk çalışmaları, hem kendimi hem insanları hem de dünyayı algılamamda çok önemli bir yer tuttu. İki dünyayı birleştirme çabası, hep ana motivasyonum olarak kaldı.

pass

Yıllar boyunca sahne önünde ve arkasında birçok farklı konumda bulundum. Gösteri sanatlarının hemen her departmanında çalıştım. Tarihin önemli yönetmen, oyuncu ve dansçılarının yarattığı ekolleri tanıdım, çağdaş dünyamızı yorumlarken onların yöntemlerinden beslendim.

Ama dışarıdan parıltılı görünen bu dünyanın, talep ettiği ilişkiler ağı bir noktadan sonra benim için tahammül edilemez hale geldi. Dışına çıkmaya karar verdim. Yeni bir ülkede, daha yavaş bir yaşam temposunda sosyoloji, felsefe ve psikoloji okumalarımı derinleştirdim.

Ve fark ettim ki aslında yapmam gereken, başladığım noktaya dönmekti. Kendimi, çevremi ve dünyayı anlamak için çıktığım yolda, bir süre sonra ara sokaklarda kaybolmuştum. Artık ana yola dönme zamanıydı.

many

Bugün insanın kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişki, her zamankinden daha problemli. Kapitalist sistem, insanları insanca yaşam koşullarından uzaklaştırıyor. Yaratılan bu koşullar, bedensel ve psikolojik sorunların asıl kaynağı. Buna rağmen aynı sistem, utanmadan insanların “yetersiz” olduğunu fısıldıyor. İnsanlar da bu döngü içinde, daha nitelikli ezilenler olabilmek için kişisel gelişim safsatalarının peşinde koşmak zorunda kalıyor.

Üstelik insanların bocalamasını fırsat bilen sayısız “guru” ve “şifacı”, psikoloji, enerji ve kuantum gibi kavramları eğip bükerek bunu bir kazanç kapısına dönüştürüyor.

Tam da bu koşullar altında, yıllar boyunca edindiğim farklı deneyimleri bir projede birleştirmeye başladım. Tiyatro, benim kendimle ve dünyayla kurduğum ilk sağlıklı temas olmuştu. Ona borcumu ödeme zamanıydı.


Ve yol beni tekrar oyuna getirdi. Çünkü oyun sadece çocuklukta bırakılmış bir eğlence değildir. Oyun, kim olduğumuzu keşfetmenin, duygularımızla temas etmenin ve başkalarıyla bağ kurmanın en eski yollarından biridir. Antik çağlardan beri ritüellerin, kutlamaların ve öğrenmenin merkezinde hep oyun vardı. Oyun bizi özgürleştirir, yeniden dengeye getirir ve hayatın farklı yüzleriyle karşılaşmaya hazırlar.


Oyunu temelde tutup, üzerine sanatın yöntemlerini, psikolojinin çalışmalarını ve insanlığın binlerce yıllık birikiminden özümsediklerimi ekleyerek; modern zamanların üzerimizde yarattığı tahribattan korunabileceğimizi, hatta zamanla daha sağlıklı bireyler haline gelebileceğimizi düşündüm.

yol

İşte bu sırada, İpek ve Ceren’in yazılarında da anlattığı gibi, yollarımız kesişti. Elementler, kurmak istediğimiz yapı için çok uyumlu bir sembolik çatı sundu. Mentalite zaten hep en önemli uğraşımızdı. Böylece Elementalite doğdu.

Aynı şeyleri düşünmüyorduk, benzer yöntemlere inanmıyorduk. Ama bu, yan yana durmamıza engel değildi. Çünkü en temel noktada uzlaşmıştık: Biz aydınlanmış bireyler değiliz ve kimseye bilgelik satmıyoruz. Sizlerle aynı fikirleri paylaşmak zorunda da değiliz.

Önemli olan günün sonunda kendini bilmek. Kendi içinde, çevrenle ve dünyayla denge kurabilmek. Çünkü kimse kimseyi bir yere götüremez; herkesin kendi yolunu yürümesi gerekli.

İşte tam da bu sebepten;

Bu bir öğreti değil,
bu bir aydınlanma değil,
bu bir uyandırma değil.

Bu bir yolculuk.
Hep beraberce yola çıkılan, yolda, yolun kendisinden ve yolcuların birbirinden öğrendiği bir yolculuk.

Bu yolda bizimle yürümeye hazır mısınız?

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top