Su Elementi

Su Elementi

H₂O İki Hidrojen atomunun bir Oksijen atomu ile birleşmesi ile oluşan molekül. Renksiz ve tatsız olduğu kabul edilen sıvı. İnsan bedeninin ’ını, dünya yüzeyinin ’ini kaplayan su, diğer gezegenlerdeki yaşam arayışımızda ilk baktığımız şeylerden biri. Gerçi yaşamına ateşten bir top olarak başlayıp zamanla soğuyan dünyamızın suyu nereden bulduğu da hala tartışmalı. Bazı bilim insanları, suyun dünyanın oluşumu sırasında oluştuğunu düşünürken, bazıları göktaşı gibi cisimlerle dünyaya taşındığını iddia ediyor. Özetle kaynağı tartışmalı, varlığı tartışmasız aşikar.

Su sürekli bir dönüşüm halindedir, bu dönüşümün farklı aşamalarında, farklı şekillerde karşımıza çıkar. Saf suya doğada sıkça rastlanmaz, genellikle bulunduğu ortamla etkileşime girmiş ve içeriği bu etkileşimden etkilenmiş haldedir. En saf halinde buhar halinde atmosfere yükseldiğinde bulunur. Ancak atmosferde de toz ve bir takım diğer gazlarla iletişim halindedir. Soğuk bir hava kütlesine rastlamasıyla yoğunlaşır ve yağmur olarak dünyaya iner. Yüksek rakımlı yerlere yağdığında yerçekimine uygun olarak hareket eder ve akmaya başlar. Bu akış sırasında bir kısmı toprağın altına sızar ve yolculuğuna yeraltında devam eder. Yüzeyde yoluna devam eden su, son bir seviyeye kadar yoluna devam eder. Bu yolculuğunda geçtiği her yere hayat verir ve kendine parçalar katarak yoluna devam eder. Ulaştığı son noktada büyük miktarlarda birikir; bu nokta, deniz seviyesidir.

Bu noktada şu soruyu sorabiliriz (ki sormamız gayet yerindedir): Nehirlerden akan su tuzlu değilken nehirlerin ulaştığı son nokta olan denizler neden tuzludur? (Kendi cevap vermek isteyenler için biraz bekleyelim.) Tamam isek devam edelim: Nehirler mineral ve tuzları denize taşır, bu oran birim miktarda az olduğu için göze batmaz ama milyonlarca yıllık sürede bu tuzlar durgun su birikintileri olan denizlerde birikir.

Denizlerdeki su, güneşten aldıkları ısı ile buharlaşır. Döngü tamamlanır. (Burada da o zaman denizlerdeki tuz oranı neden sürekli artmıyor diye sorulabilir? Bu da sizin ödeviniz olsun 🙂 İpucu: çökelme ve sedimentasyon)

su döngüsü

Sürekli gözümüzün önünde olması sebebiyle bazen hak ettiği değeri vermeyi unuttuğumuz maddedir su. Gezegende az bulunduğu için maddi değerler atfedilen altın, gümüş gibi maddelerden aslında çok daha özellikli ve farklı bir yapı barındırır.

O zaman su elementini incelemeye bu noktadan başlayalım:

Bizim Su'yumuz

1. Hacim

Suyun bir hacmi vardır ve bu hacim sabit kalır, yani su sıkıştırılamaz. Sıvı olduğu için belirli bir şekli yoktur, akışkandır. Bulunduğu ortama göre ve koyulduğu kaba göre şekillenir. Ancak bu durum suyun hacmini değiştirmez.

Su elementi, bu özelliği sebebiyle duygular ile eşleşir. Duygular da bir ilişkiye, bir olaya, bir ortama göre biçimlenebilirler ama temel hacimleri, yani o kişinin duygusal kapasitesi bellidir.

Duygular içimizi doldurur ama herkes de aynı miktarda yer almazlar. Sıkıştırarak hacimlerini değiştirmek mümkün olmadığı için, daha fazla duygu barındırmanın yolu, içimizdeki alanı büyütmektir.

İçsel haznemiz küçük olduğunda, duygulara yeterli alanı bırakmamış oluruz. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın depolayabileceğimiz su miktarı kısıtlı kalır. Duygular yetersiz olduğunda hayat ile bağlantımız daha yüzeysel hale gelir. Empati kurmak zorlaştığı için hayatı anlamakta ve yorumlamakta zorluklar çekmeye başlarız.

Küçük su birikintilerinin sıcak yaz günlerinde kuruduğuna şahitlik etmişizdir. Sevgi eksikliği ve duygusuzluk da, içsel yaşamımızın kuraklaşmasına sebep olur.

Suya dışarıdan bir kuvvet uygulandığında, bu kuvveti her noktasından eşit şekilde iletir. İçimizi dolduran duygulara da bir baskı uygulandığı takdirde, bu güç vücudumuzun tamamına iletilir.

Duygusal iç hacmimiz düşük iken yoğun duygulara maruz kalmamız, iç dünyamızda büyük bir basınç oluşturur ve bu durum tüm vücudumuzu etkiler.

wave

Tam tersi durumda, yani duygusal haznemiz neredeyse dipsiz olduğunda ise taşıdığımız duygu yükü aşırı ölçüde artar. Bu duygu yükü hareket edebilmemizi imkansız hale getirecek seviyeye ulaşabilir. İçimize yönelen bu duygu akışı çevremizle aşırı özdeşleşme yaratacağı için bize ait olan duygularla başkalarının duygularını ayırt etmemizi zorlaştırır.

Fazla duygu onları tanımayı da kontrol altında tutmayı da zorlaşırır. Yakıt tankerleri bile, güvenliği sağlamak için özel iç tasarımlarına sahiplerdir.

Aşırı büyük hacimli duygusal hazneler bize ve çevremize tehlike yaratır.

Ki bu tehlike yalnızca o fazla büyük hazneyi taşımak ile olmaz. Okyanuslar aşırı büyük su kütleleridir, bildiğiniz gibi bu okyanusların büyük bir kısmı henüz tamamıyla keşfedilmemiştir çünkü barındırdıkları bazı koşullar insan varlığını imkansız kılmaktadır. Çok derin noktalarında basınç o kadar fazladır ki özel giysiler ile değil son teknoloji denizaltılarla bile erişmek hala imkansızdır. Aynı şekilde; aşırı derin duygu haznesi de bu basıncı taşır, insanın sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesine kapalıdır ve kendi içerisinde bilinmez tehlikeler barındırır.

Dalgıçların derin sularda dalış yaparken karşılaştığı, azotun yüksek basınç altında solunması sonucu ortaya çıkan geçici bir bilinç bulanıklığı durumuna derinlik sarhoşluğu denir. Bu durum, sinir sisteminin üzerinde narkoza benzer bir etki gösterir; insanın bilinç durumu zayıflar, karar vermesi zorlaşır, görme yeteneği zayıflar ve ruh hali dengesizleşir.

Fazla derin duyguların içerisine dalan kişilerde de duygusal bir derinlik sarhoşluğu yaşanır: Zihni bulanıklaşır, sürekli geçmişte yaşamaya ve nostalji yapmaya başlar, hareketleri ve tepkileri dengesizleşir, melankoli onu ele geçirir ve yüzeye geri dönmesini engeller.

Suyun ikinci özelliği en benzersiz özelliğini de içerir:

2. Sıcaklık

Sıcaklık, suyun formunu ve akışkanlığını belirler. Su, normal şartlar altında 0 °C ‘da donar ve buz halini alır. (Bu noktada ilk maddeyi de içeren benzersiz özelliği ortaya çıkar. Diğer maddelerin aksine ısı kaybeden su, buz haline geçerken hacim kazanır.)

0 °C ve 100 °C arasında sıvı halde olan su, 100 °C’ın üzerinde gaz formuna geçer ve buhar halini alır. Sıcaklık, suyun yalnızca şeklini değiştirmekle kalmaz, onun davranışını ve etkilerini de değiştirir.

Duygularımızın sıcaklığı da onların formunu ve akışkanlığını belirler. Soğudukça iletimi zorlaşır. İletişim kesintiye uğramaya başlar. Soğuma devam ederse duygular katılaşmaya başlar ve sonunda donar. Donan suyun hacminin artması gibi, donan duyguların da hacmi artar ve bedenimize zarar verir. Donma bir noktada başladığında, ısı kaybı sürdükçe diğer taraflara da yayılır. Duygularımız da ısı kaybetmeye başladıkça donar ve yakınlarındaki diğer duyguları da dondurarak yoluna devam eder.

Bu durumu anlamak için form değişimini de unutmamak gerekir. Diyelim ki su dondu ve -50 derece kadar soğudu. Onu tekrar ısıtmaya başladığımızda başlangıçta hiçbir farklılık gözlemlemeyiz, tekrar sıvı hale geçebilmesi için 0 dereceye kadar ısınması gerekir, sonra form değişimi başlar. Duygusal donukluk için de benzer riskler mevcuttur, bir miktar ısı onun yalnızca sıcaklığını arttırır, başlangıçta formunu etkilemez, yani onda bir değişiklik gözlemleyebilmek için kritik bir eşiği (donma noktasını) geçmesi gerekir. Su elementi ile ilgili çalışmalarda da bu bilgi hep akılda tutulmalıdır. -50 derecedeki de buzdur, -1 derecedeki de ama aslında aralarında çok büyük farklar vardır. Değişimi gözle görmemek, orada hiçbir şey yaşanmadığı anlamına gelmez.

Suyun yalnızca kaynayarak buharlaştığına dair yanlış bir inanç da vardır. Su her sıcaklıkta buharlaşır, suyun sıcaklığının artması buharlaşma hızını arttırır.

Duyguların sıcaklığının artması da, benzer bir buharlaşma sürecinde bir hız artışına sebep olur. Kaynama, suyun her noktada buharlaşmaya başlamasıdır. Sıvı haldeyken belirli bir hacimde olan su, gaz haline geçmesiyle hacim kazanır. Enerjisi artan atomlar, içinde bulunduğu cisme yaptıkları baskıyı arttırır. (Düdüklü tencere de yaratılan ortam tam da budur.)

Duygu haznesinin içerisinde uygun bir hacimde yer alan duygular, kaynamaya başladıklarında hacimlerini arttırmaya çalışırlar ve bize baskı uygulamaya başlarlar. Fazla duygusal basınç bizim ve çevremizin incinmesine neden olabilir. Onları kontrol etmek ve yönlendirmek aşırı zorlaşır.

Basınç yaratılan ortamlarda, yüzeydeki en zayıf nokta tehlike altındadır. Düdüklü tencere örneğinden devam edersek, tek sağlam bir parça olan tencerenin tabanındansa kapağın tencere ile birleştiği yer daha fazla bir risk barındırır. İzolasyon sağlamakla görevli lastikler yıpranmışsa sızıntı başlar. Sızıntının başladığı ilk nokta basıncı kaldıramaz ve hızla genişleyerek patlar.

Kendi duygusal haznemizde de benzer güçte basınç artışları yaşadığımızda bedenimizin ve zihnimizin en zayıf ve en yıpranmış bölgeleri yoğun bir risk altına girer. Sıcaklığı artırmayı sürdürürsek patlama bir noktada kaçınılmazdır.

Düdüklü tencerede düdüğün 2 görevi vardır, ilki basıncın artışını bildirmek, diğeri de fazla basıncın tahliyesini sağlamaktır. Ancak basıncı aşırı artmış tencerede direk düdüğü açmak da durumu kötüleştirir. İlk yapılması gereken sıcaklığı azaltmak ve belli bir seviyeden sonra tahliyeye başlamak en doğrusudur.

Duygusal basıncımızın da farkında olmak çok önemlidir. Ancak basıncın çok arttığını fark ettiğimizde onları dışarı vurmakta acele etmek de tehlikelidir. Önceliklesıcaklığı azaltmak ve basıncının belli bir değere ulaşmasını beklemek gerekir, ancak sonrasında tahliye etmek düşünülmelidir.

3. Yatak

Yatak, suya yön verir. Ama bu süreç aslında karşılıklı işler: Yatak, suyun hareketiyle şekillenir ve suyun akışına yön verir. Yatak suyun sınırıdır ve aslında hareket etmesine aracılık eder. Yatak genişse suyun hızı azalır, daraldığı noktada hız artar.

Duygusal akış da hareket edebilmek için aynı sınırlara yani duygusal yataklara ihtiyaç duyar.

Duygusal yatak güçsüz olduğunda ilk duygu artışında taşkınlara sebep olur, akış ulaşması gereken noktaya ulaşamaz. İlişkinin sınırları ortadan kalkar ve duygusal kaoslara neden olur.

Duygu yatağı olması gerekenden geniş olduğunda iletim hızı azalır, duygular hedeflerine ulaşamadan kaybolur.

şelale

Bu yatak fazla güçlü olduğunda, akış fazla kısıtlanır. Duyguların fazla sınırlandırılması onların bastırılmasına sebep olur. Kontrol fazla arttığında su akışı durur ve durgunlaşır. Bu iletişimi sonlandırır ve içe kapanmayla sonuçlanır.

Su ve su yatağı sürekli birbirini şekillendirir. Yatak geçirgense su yeraltına sızar, suyun debisi azalır. Eğim azsa yatakta menderesler oluşur, su S çizerek ilerler. Su dirençli yataklardan sonra yumuşak bir zeminle karşılaştığında toprağı kazar ve şelaleler oluşturur. Suyun taşıdığı yük fazla ise, zamanla yatağı doldurur, yönünü değiştirir hatta deltalar oluşturur.

Bir çok farklı duygu vardır ve dahası aynı duygular kişiden kişiye ve hatta aynı kişide farklı zamanlarda farklılıklar gösterir. Her duygu akışı farklı bir etki yaratır, bu etki eğer ki fazla sürerse etkileri daha yoğun ve kalıcı olur.

Ama yatak da duyguları değiştirir. Engelsiz bir yatak sakin bir akış sağlarken, engebeli bir yatak suları köpürtür. Kişinin yarattığı içsel yapı, duyguları ve onların hareketini farklılaştırır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top